• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

ilkeliyazilar

Hoş geldiniz!

Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim
Ufuk KARADAVUT
Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk-2
24/04/2019

   Yoksulluk oldukça karmaşık gibi görülen ve tanımlama bakımında da üzerinde çok kafa yorulan bir kavramdır. Böylesine uğraşılan bir kavramı oluşturan faktörlerinde tanımlanması karmaşık olmaktadır. Çok sayıda değerlendirme yapılmış olmasına rağmen en çok kabul göreni Atkinson (1998)’un yapmış olduğudur. Araştırmacı temel olarak görecelilik, sosyal ilişkiler ve dinamiklik olarak üç kısma ayırmıştır. Şimdi bunları kısaca açıklayalım.

      Görecelilik kişiden kişiye göre değişen anlamını taşımaktadır. Sosyal olaylarda görecelilik oldukça yaygındır. Herkes kendi bilgi ve görgü seviyesi ile olaylara bakmakta ve olayları ona göre okumaktadır. Bu nedenle de farklılıklar oluşmaktadır.  Daha öncede açıklamaya çalıştığımız gibi yoksulluk kavramı toplumdan topluma değişiklik gösterebilir.  Bir toplumda 100 dolara bir şey yapamazsınız, ama bir başkasında aylık maaşınız bu kadardır. Bu bir ölçü olamaz. Bu nedenle görecelilik ön plana çıkmaktadır. Elbette yoksulluğun beraberinde getirdiği yoksunlukta görecelilikten nasibini fazlasıyla almaktadır. Bu kadar geniş bir yelpazede değerlendirilen kavramlar için ortak noktanın bulunması gerekir.

      Sosyal ilişikler bakımından incelendiğinde dışlanmanın aslında sosyalleşmenin azaldığı toplumlarda arttığı gözlenmiştir. Sosyal hayat zenginleştikçe kişilerin katılımı artmaktadır. Katılım arttıkça da sosyalleşme artmaktadır. Elbette burada sosyal grupların dışarıda kalanlara bakış açıkları oldukça önemli olmaktadır. İnsanlar nerede yaşarsalar yaşasınlar sosyal bir gruba bağlı olmak isterler. Sosyal grubun bazı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz;

a)  Grup kavramı çoğunluğu ifade ettiğinden grup olabilmesi için an az iki kişiden oluşan bir yapı olması gerekir.

b)  Kurula ya da yürütülen grubun ortak bir amacı olmalıdır. Amacın iyi ya da kötü veya faydalı ya da faydasız olması ayrı konulardır. Önemli olan ortak hedeftir.

c)  Belirlenen hedefe gitme konusunda grup üyeleri arasında tam bir işbirliğinin olması gerekir. Bu sağlanamadığı durumlarda birlikte hareket etme duygusu olmayacağından zaman içerisinde grup üyeleri arasında sıkıntılar yaşanabilecektir.

d)  Grubun önceden belirlenmiş hedefleri vardır. Ancak gruba üye olanlarında kendilerine göre beklentileri bulunmaktadır. Grubun bu beklentileri ne ölçüde karşıladığı önemlidir. Beklentiler karşılandığı sürece grup sürekli olur. Beklentiler karşılanmadığı sürece grubun devamlılığı söz konusu olmayacaktır. 

e)  Grup üyelerinin grubu sahiplenmeleri gerekir. Sahiplenme olmaz ise yapılanmanın başarılı olması söz konusu olamaz. Ayrımcılık ve grup içinde gruplaşma başlar ve belli bir süre sonra çatışmalar başlar.

f)   Grupların en önemli özelliği üyelerini sosyalleştirmesidir. Sosyalleştirirken aynı zamanda davranışlarını, bakış açılarını ve düşüncelerini etkileyerek onları olgunlaştırır ya da tamamen değiştirerek farklı bir insan olmasını sağlar. 

g)  Grupları ömrü amaçlarını yerine getirdikleri süre ile sınırlıdır.

 

      Son grup ise dinamikliktir. Dinamizm her zaman için istenilen bir özelliktir. Dinamik yapılar sürekli olarak değişim halindedirler. Yaşanan bu değişim iyi yönde olabildiği gibi kötü yönde de olabilmektedir. Gruplar içindeki karşılıklı etkiler bizleri dinamiklik kavramına götürmektedir. Buna göre dinamiklik, grup içinde meydana gelen değişimlerin grup üyeleri üzerinde yaptığı etki olarak ifade edilebilir. Etki büyüdükçe dinamiklik artar. Ancak etki küçük çaplı olarak kalırsa bu durumda dinamiklik azalır. Bununla bağlantılı olarak birde grup dinamiği vardır. Grup dinamiği grup içindeki ya da grup dışındakilerin birbirlerini etkilemelerini ifade eder. Bu nedenle hiç bir grup üyelerinin bireysel özelliklerini, taleplerini ve düşüncelerini yansıtamaz. Böylesi bir surum büyük hata olur ve ayrılmalar ve ayrışmalar ciddi anlamda sıkıntı yaratacaktır. Gruplar içinde bir denge söz konusudur. Bu denge üyeler arasındaki karşılıklı etkileşim karşılıklı etkileşim ile söz konusu olacaktır. Karşılıklı etkinin bitmesi demek grup dinamiğinde bitmesi anlamını taşıyacaktır.

      Yoksulluğun beraberinde getirdiği yoksunluk çok boyutlu olarak incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Yoksulluk ve yoksunluk çok faktörün aynı anda etki etmeleri ile oluşabileceği gibi faktörlerin tek tek etkileri ile de oluşabilmektedir. Bu faktörleri politik, ekonomik, sosyal ve fiziksel olarak ifade edebiliriz. Politik faktörler genel olarak yönetim şekli ile ilgili olanları kapsamaktadır. Özgür bir ülkede yaşıyorsanız haklarınız korunmuş ve güvence altına alınmıştır. Bu sizin yaşam standardınız korunması ve haksızlığa uğramamamız için bir teminat niteliğindedir. Yasal haklarımızın kâğıt üzerinde olması bir şey ifade etmez. Önemli olan onları kullanabilmektir. Yasal haklarımızı kullanabildiğimiz sürece politik olarak yoksun ve yoksunluktan uzaklaşmış oluruz.

      Diğeri ekonomik faktördür. Kabul etmek gerekir ki, ekonomi faktör her alanda olduğu gibi bu konuyu da doğrudan etkileyen faktördür. Ancak ekonomi tek başına yeterli olmaz. Çünkü haklarınızın korunmadığı ve çoğu alanda yoksunlaştığınız bir yerde ekonomik olarak güçlü olamazsınız. Güçlü gibi gözükebilirsiniz. Ekonomik olarak dengeli ve adil bir dağıtımın olmaması ya da yapılan dağıtımın sanki birlerinin lütfu gibi gösterilmesi ekonomik yapının çok kötü bir durumda olduğunu gösterir. Eğer idareciler yaptıkları çalışmaları ve ekonomik olarak iyileştirmeleri görev olarak değil de lütuf olarak yaptıklarını söylüyor ya da vurguluyorlarsa aslında kendi vatandaşlarını yoksullaştırıyor ve yoksunlaştırıyorlar demektir. Bu nedenle ekonomik olarak yapılan çalışmaların sadece birilerinin ekonomisi değil ülkede yaşayan herkesin ekonomisi olarak bakmak gerekir.

      Sosyal faktörler aslında bireylerin yaşadıkları toplumun genel yapısı ile ilgilidir. Toplumsal yapı ne kadar güçlü olursa genel yapıda o kadar güçlü olur. Toplumsal yapının sağlamlığını belirleyebilmek için gruplaşmaları ve grupların yapılarını iyi anlamak önemlidir.  Gruplaşma eğer ülke içinde değil de mensup olduğunuz grup için yapılıyorsa daha net bir ifade ile bencillik duygusu hem bireysel ve hem de grupsal olarak zirve yapmışsa sosyal faktörlerin seviyesini tartışmaya gerek yoktur. Çünkü böylesi bir toplumda sosyalleşme yoktur. Dünyanın neresinde olursa olsun zarar gören birileri olduğunda onlar için üzülen ve tedirgin olan bir toplum yapısına sahip iken, şimdi yanan binada ölen kız çocukları için kendi cemaatinde olmadığı ya da rakip cemaatten olduğu için sevinenler oluyor. Toplum içinde gruplaşmanın güdebileceği en kötü ve son noktadır. Bu tip yapılara dur denilmediğinde ülkenin sosyal ve siyasi yapısının düzelmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Devlet ve devletin kurumları gruplar için değil vatandaşları için vardır ve var olmalıdır. “Halka hizmet Hakka hizmettir” ilkesine sahip olan bir toplumdan, “hep bana rab bana” düşüncesine kadar gelmiş olmak toplumsal yapının ne kadar bozulduğunu göstermektedir.

      Fiziksel yapı da benzer etkilere sahiptir. Özellikle bireylerin bulundukları ya da yaşamlarını sürdürdükleri yerlerdeki yaşam koşulları yoksulluk ve yoksunluk göstergesi olarak değerlendirilebilmektedir. Kentte oldun kırsalda olsun yaşanılan yer aynı zamanda sizin konumunuzu göstermektedir. Sosyal statü olarak gelir düzeyi arttıkça daha farklı yerlere hareketlenme olmaktadır. Fakir bir semtte bir şekilde zenginleşen bireyler en kısa zamanda mahalleden taşınmayı, daha iyi bir ve daha iyi bir araba almayı düşünmektedir. Bunun yaparken de sosyal olarak yoksul ve yoksun olarak yaşamak istememelerindendir. Bundan bazıları başarılı olanlarda, çoğu başarısız olmaktadır. Böylece sosyal yapıyı biraz daha bozucu olmaktadırlar.

      Saymaya çalıştığımız bu faktörleri tek tek incelemek çoğu zaman bizleri yanıltır. Bu nedenle hepsini bir olarak değerlendirmek daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Bireyden topluma ve toplumdan ise millete kadar geçen bir yapı bütün olarak değerlendirilmelidir. Sosyal olarak hayatın doğal akışında devam etmesi ve yoksulluk ve yoksunluğun azaltılması ancak bu ortamı hazırlayan faktörlerin ortadan kaldırılması ya da etkilerin azaltılmasıyla mümkün olabilir. Bunu yapabilmek için yönetimin sosyal gruplar arasındaki dengeyi koruması gerekir. Planlamaların en iyi şekilde yapılması ve planlara sadık kalınması önemlidir. Çünkü sadece plan yapmak tek başına bir anlam ifade etmez. Planın uygulanabilir olması ve uygulanması gerekir.

      Ancak burada şunu belirtmekte fayda vardır. Her yerleşim yerinde her davranış aynı şekilde değerlendirilmeyebilir. Örneğin işsiz olan birisi her zaman için ben fakirim ya da haklarımdan yoksunum demeyebilir. Her türlü hakka sahip olarak işsiz olanlarda vardır. Bu kişilerin sosyal olarak dışlanmış olduklarını ya da dışlanacaklarını söylemek ta gerçekçi olmayacaktır. Yaşanılan toplumunun sosyal ve kültürel etkileri bireylerin sosyal ve psikolojik gelişmişliklerini de etkileyecektir. Yaşanılan bölgeye özgü olarak planlamanın yapılması ve uygulanması gerekir. Farkı özellikteki yerlerde yanı planın uygulanması ve başarılı olması mümkün olmayacaktır. Toplumsal olarak yapılan çalışmalarda bireylerin toplumdan gerçek anlamda dışlanıp dışlanmadıkları ve eğer gerçekten dışlanıyorlarsa dışlanma sebeplerinin net bir şekilde görülmesi gerekir. Çünkü bireyler her zaman için yoksul oldukların ya da bazı haklar bakımından yoksun bırakıldıkları için dışlanmazlar. Toplumun genel ahlakına ve ortak yaşam aruzunu şekillendiren toplumsal kurallara uymadığı içinde dışlanmış ya da yoksun bırakılmış olabilir. Bu tür çalışmalar yaparken ayrıntılara dikkat etmek ve bizler yanıltabilecek etkilerden uzak durmak gerekir.  

      Dışlanmış ya da kendisini dışlanmış olarak hisseden bireylerin gerçekten dışlanmış olup olmadıkları iyi incelenmelidir. Dışlanma sadece yoksul ve yoksunları kapsamadığı gibi her yoksulunda dışlanamayacağını görmek gerekir. Bireyler sosyal olarak mı, siyasi olarak mı, ekonomik olarak mı dışlanmışlardır. Dışlanmış olanların olduğu bir yerde dışlayanlarında olması gerektiği gerçeği göz ardı edilmeden eğer varsa neden dışlanmanın yapıldığının ark planına eğilmek gerekecektir. Gerçekten dışlananlar suçlu ve suça bulaşma potansiyelleri çok yüksek olanlar mı yoksa yardım edilmesi gereken şanssız bireyler mi?  Bu ayrım yapılabilir ve adı net bir şekilde konulabilirse, aslında sorunun çözümü bakımından büyük mesafeler alınmış olacaktır.

      Modern olarak nitelendirilen toplumların sorunlardan birisi sosyalleşme konusunda yaşanmaktadır. İnsan yaratılış gereği olarak sosyal bir varlıktır. Sosyal yaşamak ister. Ancak bunun içinde gerek bireyler arası ve gerekse de gruplar arasındaki iletişimin iyi olması ve birbirlerini dışlamamaları gerekir. Dışlamak demek karşıdakini kötü ya da düşman olarak göstermek sosyalleşmenin karşında olan bir davranış kalıbıdır. Burada asıl suçlu sadece dışlayanlar değildir. Toplumu oluşturan bireylerin aslında üzerlerine düşen görevleri gereğince yapmamalarıdır. İnsanlar her zaman için sosyal bir ağda (Network) olmayı sosyal birlikteliğin yanında dışlanma hissinin ortadan kaldırılmasında etkilidir. Ayrıca bireylerin öz güvenlerinin oluşması,  bireylere öyle ya da böyle değer veriliyormuş hissi verilmesi yoksunlaşma ve dışlanmanın önünde duran önemli bir psikolojik faktördür.  Güçlü psikolojik etki aynı zamanda dışlanmanın zamana yayılmasını ya da bireylerin dışlanma düşüncesine kapılmasına engel olur. Bu tür düşüncelere genel olarak;

a)  Toplumdan kopmuş olanlar

b)  Kendini reddedilmiş olarak görenler

c)  Kendi varlıklarını göstermekten çekinenler

d)  Özellikle çocukluk döneminde ciddi zarar görmüş-travma atlatmış olanlar

e)   Öz güvensizlik

f)   Duygusal yoksulluk

g)  Utangaçlık duygusu ile birlikte sosyal izolasyon

h)  Toplumsal yabancılaşma

i)    Kötü şeyleri olacağı beklentisi içinde olanlar (Tetikte bekleyenler)

j)    Toplumsal güvensizlik

k)  İhmalkârlık

l)    Maddi ve manevi taleplerin karşılanamayacağı düşüncesine olanlar

m)  Yeterince korunamayacağını düşünenler

n)  Zarar görmeye karşı dayanaksızlık

  • o)  Yeterli olmayan öz denetime sahip olanlar

p)  Onay alma baskısı yaşayanlar

q)  Boyu eğici özelliğe sahip olanlar

r)   Bastırılmış gerçeklik yaşayanlar

s)  Karamsarlar

t)    Yüksek standart beklentisinde olanların hoşnutsuzlukları

u)  Yalnızlaşma korkusu yaşayanlar

v)  Eleştirilme korkusu yaşayanlar

w) Evsiz ve yurtsuz kalacağını düşünenler

x)  Engelliler

y)  Bakıma muhtaç yaşlılar

 

      Yukarıda sayılan bu kişilerin hepinsin aynı toplumda olması gerekmez. Sadece biri ya da birkaçı da olabilir. Ancak bunlar en çok sosyal olarak yoksul olma potansiyeli olanlar ve aynı zamanda da yoksun olanlardır. Bu özelliklere sahip olanların genel olarak sosyal dışlanma etkisi altında kaldıkları da bilinmektedir. Sosyal dışlanmayı sadece yoksulluğa bağlamak çok doğru bir yaklaşım olmaz. Bazen yüksek gelir grubunda olunmasına rağmen kendisini dışlanmış olarak görenler olabilir. Burada asıl olan toplumsal yapının özellikleridir. Toplumun kültürel ve sosyal olarak olaylara bakış açıları, tarihi okuma becerileri, tarihten ders alınma potansiyelleri kapsamında olaylara bakış açıları önemli olmaktadır.

      Genel olarak bakıldığında sosyal dışlanma bazı haklardan yoksun bırakılma olarak ifade edilebilir. O zaman hemen sosyal olarak dışlanmanın nasıl yapıldığını açıklamaya çalışalım. Sosyal olarak dışlanma temelde üç düzeyde yapılmaktadır. Bunlardan birincisi bireysel olarak dışlanmadır. Kişiler yaşadıkları aile içinde yaptıklarından ya da söylediklerinden dolayı dışlanmaya maruz kalabilirler. Burada ailenin yapısı ve sorunları çözme yeteneği ile birlikte ailenin çocuklarına vermiş olduğu doğru eğitimin önemi büyüktür. Bu tür dışlanma tahmin edilenden çok olsa bile genel olarak aile içerisinde bir şekilde halledilme yoluna gidilmektedir. Aile içinde yaşan ya da yaşanabilecek pek çok olumsuzluğun gizlendiği gibi aile bireylerinden herhangi birisinin dışlanması da gizlenmeye çalışılmaktadır.  

      İkinci sosyal dışlama seviyesi ise aileler bazında dışlanmanın yaşanması ve yaşatılmasıdır. Yaşanılan toplum içinde bazı ailelerin haklı ya da haksız yere sosyal olarak dışlandıkları görülür. Böylece sosyal olarak dışlanmış olan ailenin bazı imkânlara ulaşması engellenmiş olur. Haklardaki mahrumiyet bazen iyi sonuçlar verse de çoğu zaman istenilen sonucun alınmadığı görülür. Bu tür durumlarda toplum içindeki ailelerin devlet kontrolünde bazı değişikliklere uğratılması faydalı olabilir. Çünkü toplumsal olarak dışlanma beraberinde dışlanmışların şiddete bulaşmalarını ya da yasal olmayan bazı davranışlar içine girmelerine sebep olabilir.

      Diğer sosyal dışlanma davranışı da devlet nezdinde yaşanılan dışlanmadır. Devlet kendi kurallarına uymayanları ya da uyma sıkıntısı çekenleri bir şekilde sosyal olarak izolasyona tabi tutabilmektedir. Devletin yapmış olduğu sosyal dışlama bireysel yada toplumsal dışlamanın çok ötesindedir. Devlet bir bireyleri sosyal haklardan mahrum bırakarak dışlamayı tercih etmişse bu bireylerin topluma çok büyük tehdit oluşturduğu düşünülür. Bunun dışında devletin vatandaşlarını dışlama ya da sosyal haklardan mahrum bırakma gibi bir davranış içine girme şansı yoktur. Sosyal devlet ilkesi gereğince de bu asla yapılmaz.

  Dünya genelinde devletler yapısal olarak öylesine şekillendirilmeye başlandı ki adeta milli bireyler yerine dünya insanı yetiştirme gayretleri içinde oluyorlar. Bu değişim ve dönüşümden Türkiye de payını almakta ve dünya insanı yetiştirmek için her türlü gayreti göstermektedir. Dünyayı anlayan ve olayları iyi okuyan, iyi değerlendiren ve iyi kararlar verebilen Türk insanı yetiştirmek daha doğru olmasına rağmen maalesef bu başarılamamıştır. Küreselleşme olgusu en ağır bir şekilde iliklerimize kadar işlemiş ve yapılacak işlerde ve alınacak kararlarda her zaman milli değil küresel düşünmek zorunda bırakılıyoruz. Küreselleşme ile özellikle çok uluslu şirketlerin zayıf ekonomik yapıya sahip ülkelerin yönetimlerini etkileme çabaları ile ekonomik güç elde etmektedirler. Buna bağlı olarak ta etkilenen ülkelerin ekonomik yapıları hızla değişmekte ve sömürge ülkesi haline gelmeye başlamaktadırlar. Sonuç olarak ya ülke içindeki tesisler ya satılmakta ya da kapatılmaktadır. Kapatılan ya da satılan işyerlerinin sayısı arttıkça işsizlik ve gelir düşüklüğü sorunu başlamaktadır. Gelir azlığı ya da işsizlik,  düşük gelirin elde edilmesine ve doğal olarak çoğu sosyal haklardan mahrum olmayı beraberinde getirmektedir. Yoksulluk ile mücadele politikaları içerisinde işsizlikle mücadele her zaman için önemli olmuştur. Ancak küreselleşme eğilimi ile birlikte bundan da zaman içerisinde vazgeçilme eğilimi başlamıştır. Özel sektörün istihdam desteği olmasına rağmen özel sektör bunda gönülsüz davranmış ve görevlerini yerine getirmemesi nedeniyle yoksulluk artış göstermiştir.  

      Küreselleşmenin gelişmekte olan ülkelere faydadan çok zarar getireceği açıkça görülebilir. Küreselleşme zengin ülkelerin yoksul olan ülke kaynaklarını kendilerine yönlendirme işleminden başka bir şey değildir. Aslında küreselleşme derken insanların eşit bir şekilde yaşamaları ve dünyanın nimetlerinin dengeli bir şekilde dağıtılması olarak hayal edilir. Ancak bunun tam tersinin olması için yapılan gayretler olarak görmekteyiz. Sonuç; yoksulluk, yoksunluk ve açlık olarak karşımız çıkmaktadır. Elbette burada beklenen işsizliğin ya da yoksunluğun kısa süreli olmasıdır. Ancak maalesef beklendiği gibi olmamakta ve uzun süreli olmaktadır. Süre uzadıkça da sosyal sorunlar artmakta ve toplumsal yapı derin yaralar almaya devam etmektedir. Toplumsal bir gerçeği burada yeniden ifade etmekte yarar görmekteyiz; sosyal olarak dışlanmayı ortaya çıkaran en önemli faktör işsizliktir. Uygulanacak işlemlerin mutlak surette işsizliği azaltacak şekilde planlaması ve uygulanması gerekir.

     İşsizliğin yanında bir diğer sorunda gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik yoksulluğu tetiklediği gibi aynı zamanda yoksunluğu da artırmaktadır.  Gelir dağılımın bozukluğunu yalnızca ekonomik bir sorun ya da ekonomik bir olgu olarak görmek konuya yanlış yerden bakmak anlamını taşır. Ekonomik sorunun yanında, sosyal, kültürel ve siyasi açıdan da bakılmalıdır. Çünkü gelir dağılımındaki eşitsizlik beraberinde toplumsal huzursuzluğu getirir. Gelir dağılımının dengesizliği yoksulluğu artırıcı etki yapacak ve toplumsal huzurun bozulmasına etki edecektir.  Bireyler yoksullaştıkça ya da gelirleri azaldıkça daha az toplumsal faaliyete katılacak ve daha az sosyalleşeceklerdir. Buna bağlı olarak ta toplumdan kendilerini soyutlayacaklardır. Hayata katılımın azalması anlamına da gelecek olan bu durum toplumdaki gelir dağılımının dengesizleşmesi ile artar. Özellikle küreselleşme olgusu gelir dağılımındaki eşitsizliği artırıcı etki yapacaktır.



532 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı - 26/12/2022
Virüs fırtınasından sonra Enfeksiyon saldırısı
Sıfır Emisyon Mümkün mü? - 14/12/2021
Sıfır Emisyon Mümkün mü?
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi - 01/07/2021
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi - 15/06/2021
Salgın Hastalıkların Kısa Tarihi
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine - 02/06/2020
Kitlesel Yokoluşlar Üzerine
Yoksulluk Algısı Araştırması-3 - 09/01/2020
Yoksulluk Algısı Araştırması-3
Tarım Kredi Raporu - 16/12/2019
Tarım Kredi Raporu
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı - 26/11/2019
Kaçak Zeytinyağı Yerli Zeytinyağı Savaşı
Tarımsal Alandaki İddialara Dair... - 26/11/2019
Tarımsal Alandaki İddialara Dair...
 Devamı
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231
Hava Durumu
Saat